Aileden Taşınan Duygusal Miras: Biz Kime Benziyoruz?

Hayatımızın belli dönemlerinde bir şey fark ederiz: Bazı tepkilerimiz bize ait değil gibi. Bir tartışmada ağzımızdan çıkan cümle babamızınkine benzer, bir karar verirken annemizin korkularını taşırız ya da birine mesafe koyarken geçmişte maruz kaldığımız soğukluğu tekrarlarız.

Aileden Taşınan Duygusal Miras: Biz Kime Benziyoruz?
Aileden Taşınan Duygusal Miras: Biz Kime Benziyoruz? - Fotoğraf: HABER ÖZET

“Bazı cümleleri biz kuruyoruz ama sanki onlara ait…”

Hayatımızın belli dönemlerinde bir şey fark ederiz: Bazı tepkilerimiz bize ait değil gibi. Bir tartışmada ağzımızdan çıkan cümle babamızınkine benzer, bir karar verirken annemizin korkularını taşırız ya da birine mesafe koyarken geçmişte maruz kaldığımız soğukluğu tekrarlarız. O an, içimizdeki o sesi tanırız: “Bu ben değilim. Bu, bana öğretilen.”

İşte bu, adına çok sık rastlamadığımız ama neredeyse herkesin yaşadığı bir deneyim: Duygusal miras. Bize genetikle değil, kelimelerle, tavırlarla, bakışlarla, sessizlikle aktarılan bir kalıtım türü.

Ailemiz Sadece DNA Değil, Duygu Taşıyıcısıdır

Ailemizden aldığımız şey yalnızca göz rengi, boy uzunluğu ya da benzer yüz hatları değildir. Aynı zamanda duyguların nasıl yaşanacağı, nasıl bastırılacağı ya da hiç yaşanmaması gerektiği de bize öğretilir.

  • “Üzüntünü gösterme, güçlü ol.”
  • “Sinirlenme, ayıp.”
  • “Mutluymuş gibi yap, kimseye derdini gösterme.”

Bu cümlelerle büyüyen çocuklar, zamanla duygularını saklayan, bastıran ya da anlamlandıramayan yetişkinlere dönüşebilir. Duygularını tanımayan birinin ise ilişkilerde, iş hayatında ya da kendiyle baş başa kaldığında zorlanması kaçınılmazdır.

Biz Kimiz, Ailemiz Kim?

Kendini tanıma süreci, aynı zamanda ait olduklarımızı fark etme sürecidir. Ve bu fark edişin içinde bir soru yankılanır: “Bu bana mı ait, yoksa bana verilen mi?”

Ailedeki roller, özellikle ilk çocukluk döneminde çok keskin şekilde dağılır: “Sen akıllı olanısın”, “Sen ailenin umudusun”, “Sen zaten zayıfsın”, “Sen güçlü olmak zorundasın”… Bu roller zamanla kimliğimizin bir parçası gibi yapışır üzerimize.

“Ben hep güçlü olmaya çalıştım ama hiç dinlenemedim.”

“Ben hep sessiz kaldım ama hiç duyulmadım.”

“Ben hep herkesi idare ettim ama hiç sahiplenilmedim.”

Utanç, Suçluluk, Korku: Görünmeyen Miraslar

Aile sisteminde aktarılan en güçlü duygusal miraslar genellikle şu üçlüde toplanır: utanç, suçluluk ve korku.

Bir birey, ailesinin bastırdığı utancı taşıyabilir. Ailenin konuşmadığı konular bireyin zihninde yankılanabilir. Ya da aile içinde yaşanmış ama üzerine hiç konuşulmamış bir travma, sonraki kuşaklara sessizce aktarılabilir.

Örneğin; bir nesil kayıplarla başa çıkamamışsa, sonraki nesil kaybetme korkusuyla büyüyebilir. Ya da bir nesil duygularını bastırmışsa, diğeri duygularını yaşamakta suçluluk hissedebilir.

Fark Etmek, Dönüştürmenin İlk Adımıdır

Ailemizle bağ kurmak demek, onların duygusal yükünü omuzlamak zorunda olduğumuz anlamına gelmez. Bize ait olmayanı fark etmek, neye bağlı olduğumuzu ama neye ait olmadığımızı da ayırt edebilme olgunluğudur.

Bu süreci yaşarken şu sorularla kendinize yaklaşabilirsiniz:

  • “Bu davranış benim gerçekten özümden mi geliyor?”
  • “Bu korku bana mı ait, yoksa bana yüklenen mi?”
  • “Ben kimim, annem/babam kimdi ve kim olmamı istedi?”

Bu farkındalıkla birlikte, ait olmadan da bağ kurabileceğinizi göreceksiniz. Aileyle bağ, yüklerle değil, anlayışla sürdürülebilir hale gelir.

Son Söz

Hepimiz bir yerden geliyoruz. Ve geldiğimiz yerin etkileriyle şekilleniyoruz. Ancak olgunluk, geldiğimiz yeri suçlamak değil; oradan neleri alıp, neleri geride bırakacağımıza karar verebilmektir.

Bu yüzden kendinize sorun:
“Bu hayat benim mi? Yoksa başkasının hayatını mı yaşamaya çalışıyorum?”

Çünkü kendine ait bir hayat, önce başkasına ait olanları fark etmekle başlar.

Kln. Psk. Gökçe İPEK

HABER ÖZET

HABER ÖZET

Yazar

Yazar hakkında bilgi bulunmuyor.

Yorumlar (0)

Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!